Kendimi hep birçok işi aynı anda yapabilen çok yönlü biri
sanmıştım ama son zamanlarda öyle olmadığımı fark etmeye başladım sanırım. Hani
derler ya tıp seçmeden önce: ‘Tüm hayatınız okul olmayacak merak etmeyin başka
sosyal faaliyetlere de vakit bulabilen tıpçılar var. Bu biraz kişiliğinizle alakalı bir durum.’
diye. Bu yıl anladım ki gayet de tek yönlü bir kişiliğim varmış.. Daha doğrusu
hiç yönsüz? Yani diyorum ki tıp okuyacağım diye kemanımı, blogumu, okuma kitaplarımı,
Koreceyi, İngilizceyi ve daha nicelerini terk ettim de o tıpı da doğru düzgün
okuyamadım. Komiteden önceki ‘son 2 hafta’ları eve kapanıp çalışarak geçirdim
de sınıfı öyle geçtim. Velhasılıkelam terk ettiğim blogum nice zamandır
yüreğime ağırlık yapsa da dopdolu görünen boş bir yıl geçirmiş olmam nedeniyle
yazacak tek satırlık konu da bulamadım. Ama neyse ki yaz tatili yine güzel
gezilerle ve kendimi geliştirebileceğim bol zamanla geldi; hatta geçiyor. Bu
blogu açma nedenlerimden biri de yaşadığım güzel anıları, gezdiğim güzel
yerleri sadece hafızamın tozlu raflarına değil; hiç tozlanmayacak,
unutulmayacak, eskimeyecek şekilde bu bloga da kaydetmekti. Ne kadar blogum
bana küsmüş olsa da, bu yazıya başlamakta bile zorlanmış olsam da; bu yaz
yaptığım Amerika gezimi yazmazsam, anılarım eskimeye yüz tuttuğunda yazmadığım
için pişman olacağımı biliyorum. O yüzdeen bir Amerika gezi yazısıyla
karşınızdayım :)
Öncelikle belirtmeliyim ki Amerika Birleşik Devletleri
oldukça büyük bir ülke bildiğiniz gibi ve birçok gezilmesi görülmesi gereken
yeri var bunun yanında bizim kısıtlı zamanımız var. 2 hafta kadar, oldukça
kısıtlı bir zaman.. New York, Amerika’nın bir ucu ve Los Angeles ise diğer ucu.
Bu iki uç arası uçakla bile 5 saat kadar. O yüzden LA tarafına hiç geçemedik.
Dolayısıyla bu yazıda Amerika’nın doğu yakası yani New York ve çevresindeki
eyaletler anlatılacak.
Ailecek gideceğimiz bu gezi için yaptığımız ilk şey vize
çıkarmak oldu. Vize işlemleri ,hele ki Amerika vizesiyse, insanı hayattan
soğutacak kadar antik kuntik belgeler gerektiren ve uğraştıran işlemler. 6
kişilik bir aile olarak bununla başa çıkamayacağımız için şirket yardımı aldık.
-Bu şirketlerin isimleri tam olarak ne diye geçiyor bilmiyorum ama belirli bir
miktar karşılığı vize almanın her
adımında yardımcı olan bu işte uzman şirketler var.- Vize, üzerine işlendiği pasaport süresince geçerli
olduğu için vize çıkarmadan önce 1 yılı kalmış olan pasaportlarımızı da
tekrardan 10 yıllık uzattık. (18 yaş altı ise en fazla 5 yıllık uzatılabiliyor
yani kardeşlerim 5 yıllık uzattı) Belgeleri tamamladıktan ve vize başvurusunu
yaptıktan sonra belgelerimiz eşliğinde 15 yaşın üstünde olan bireylerle
Amerikan konsolosluğunun verdiği görüşme tarihinde görüşme için Ankara’daki
Amerikan konsolosluğuna gittik. Görüşme saatimiz 13.00’dı ama saat 13.00 olmuş
iken daha 12.00’daki görüşmeler yeni içeri alınıyordu. Ve biz bekleyenler;
konsolosluğun dışında, güneşin altında kavrularak bekliyorduk. Sıra aşırı
uzundu. Sırada beklerken tabii ki Türklüğün gereği olarak önümüzdeki arkamızdakiyle
konuşup yeni bilgiler de öğrendik. Bu bilgiler arasında neler yoktu neler;
Meğerse İstanbul Amerikan Konsolosluğundaki sistem mi çökmüş
ne İstanbulluların ve hatta Marmara Bölgesinin de hepsi vize için Ankara’ya
geliyormuş, bu kalabalık ondanmış.
Vize verilirken daha çok ‘Amerikan ekonomisine katkı
sağlayacak mı, gezmesini yapıp ülkesine geri dönecek mi, onu buraya bağlayan
bir şeyi var mı yoksa bizim ülkemize yapışıp kalacak mı’ gibi endişelerle
ekonomik duruma ve devam eden öğrenim durumu belgelerine filan bakıyorlarmış
ama bazen çok zenginlere vize vermezken orta halli ailelere gayet de
verebiliyorlarmış. Yani aslında tam olarak neye göre verdikleri de bir muamma.
Mesela sırada bizim önümüzde bir aile vardı, büyük kızları Amerika’da
college’da okuyormuş; diğer kızları yine ismini vermeyeyim Türkiye’nin en
pahalı özel üniversitelerinden birinde. Maddi durumları da oldukça yerinde ama
3 seferdir başvuruyorlarmış ve vize verilmiyormuş. Yine başvurmaya gelmişler
ama görüşmeden sonra göremedim bilmiyorum aldılar mı alamadılar mı.. Bir de
şunu duydum ki bir kere reddedilince sonraki başvuruların da genelde
reddediliyormuş. Bu yüzden ilk başvuru çok önemli.
Neyse işte 13.00’daki görüşme için 14.30 gibi içeriye
alınırken elektronik eşya, sırt çantası gibi şeylerimizin yanımızda olmaması
gerekiyordu. Amerikan konsolosluğundaki bomba patlamasından sonra daha dikkat
eder olmuşlar. Bu yüzden eşyaları babama bıraktık. Onun zaten vizesi olduğu
için dışarıda eşyalarımızla bizi bekleyecekti. Konsoloslukta emanet yeri olmadığı için yanında eşyalarını
bırakabileceği kimsesi olmayanlar oradaki hiç tanımadıkları kişilerden rica
etmek zorunda kaldılar. O yüzden vize başvurusuna gelirken yanınızda birini
bulundurmak aklınızda olsun.
İçeri girerken üst taraması yaptılar ve belgelerle
pasaportları dahi cihazla aradılar. Aile başvurusu yaptığımız için tümümüze bir
tane sıra numarası verdiler. Danışmada bazı belgeleri ve pasaportları aldılar.
Diğer belgeler elimizde kaldı eğer görüşmede sorarlarsa gösterecektik. (Görüşmede
de sormadılar ve o bir tomar belgeyi boşu boşuna çıkartmış olduk iyi mi -.-)
İçeri geçince gelen sırayı gösteren ekranların önündeki sandalyelere oturup
sıramızı beklemeye başladık. Orada da baya bekledikten sonra sıramız geldi ve
sayımızla beraber parmak izi alma kabininin önüne gittik. Sırayla parmak
izlerimiz alındı ve görüşme için yeni sıra numarası verildi. Gittik yine
oturduk. Bu sefer fazla beklemeden numaramız ekranda yandı ve görüşme kabininin
önüne gittik. Ben böyle bizi bir odaya alacaklar, jüri gibi bir şeyin karşısına
çıkacağız, bize sorular soracaklar filan gibi beklerken; sadece camın
arkasından bir adamın belgelere bakıp bize doğru düzgün soru bile sormadan
onayladığını görünce şok oldum. Sadece belgelere baktı ve anneme işini sordu
bize daha önce hangi ülkelere gittiğimizi. Onları da böyle sanki o belgelere
bakarken biz de sap gibi durmayalım diye sohbet açıyormuş gibi sordu. Ve sonra
vize başvurunuz kabul edildi gidebilirsiniz dedi. Bu kadar. O kadar sırayı
bunun için mi bekledik diye üzülmedim değil.
Vize başvurusu yaptıktan sonra pasaportlar 3-5 gün
içerisinde vizesi işlenmiş bir şekilde adrese ulaşıyor normalde ama bizimkinde
araya bayram girdiği için biraz gecikti. Vizelerimiz elimize geçer geçmez uçak
biletlerimizi de aldık vee gitme hazırlıklarına başladık.
Ankara’dan İstanbul’a, İstanbul’dan New York JFK
Havalimanına yolculuğumuz Ankara aktarması, gümrükler, pasaport kontrolleri,
uçak rötarları vesaire ile 20 saate yaklaştı. Normalde direk İstanbul-NY gidişi
havada geçirdiğin saat 11 saat civarı.
JFK Havalimanından çıktığımızda havanın kararmış olmasıyla
ve bizdeki yorgunlukla kalacağımız yere (babamın bir ahbabının ayarladığı bir
misafirhane) gider gitmez kendimizi yatağa attık ve ertesi sabaha kadar mışıl
mışıl uyuyunca saat farkından hiç etkilenmedik.
Ertesi günden itibaren babamın arkadaşının 7 kişilik aile
arabası ve bize yaptığı gezi rehberliği ile New York’u gezdik.
NEW YORK
New York Eyaleti hakkında genel bir görüş belirtmem
gerekirse Amerika’nın İstanbul’u denilen bir eyalet. Kapladığı alana göre
nüfusu fazla, birçok ırkın beraber yaşadığı kozmopolit bir eyalet. Sokaklarda
dastar takan Sihler olsun, başörtü takan Müslümanlar olsun, üstünde hiçbir şey
olmadan vücut boyamayla kıyafet yapanlar olsun; her türden insan bulunur ve
kimse onlara garip bakışlar atmaz.
NEW YORK’TA GEZDİĞİMİZ YERLER
BROOKLYN
New York Eyaletinin 5 bölgesinden birisidir. Bizim
kaldığımız misafirhane de buradaydı. Mahalleden mahalleye değişen bir gelir
seviyesiyle her tür insanın oturduğu bir bölgedir. Çok zenginlerin oturduğu
kıyıya yakın villalı evlerin olduğu kısımlar da varken hemen birkaç sokak ötede
evsizlerin yaşadığı çöp evleri ya da zenci mahallelerini görebilirsiniz. Bunlar
dışında farklı milletlerin topluca oturmasıyla oluşmuş milletlerle anılan
mahalleler de vardır. Arabayla gezerken bir sokaktan diğerine geçtiğinizde
değişen insan popülasyonunda hangi milletin sokağına girdiğinizi
anlayabilirsiniz. Hint Mahallesine girdiğinizde sarıklı adamlar, Yahudi
Mahallesine girdiğinizde perçemlerini uzatmış başına kipa takmış Yahudi
erkekler ve peruk takan, dizi dizi çocuklarını sokakta gezdiren orta yaşlı
teyzeler, yaz olmasına rağmen uzun kollu giyinen Yahudi genç kızlarını
görebilirsiniz. Ha bu mahalleler sadece onların o bölgede daha yoğun yaşamasıyla
halk arasında söylenen isimler; yoksa hepsinin bilmemkaçıncı cadde falan diye
resmi isimleri var. Ve bu mahallelerde onlardan olmayan insanlar da oturuyor.
Mesela New York’ta iken 2 kez evine yemeğe gittiğimiz babamın bir ahbabı
Türktü, Müslümandı ve ailesiyle Yahudi Mahallesinde yaşıyordu. O yüzden Yahudi
Mahallesi hakkında oldukça çok şey biliyorum : ) Şunu söyleyebilirim ki
Müslüman bir ailenin Amerika’da dinini en rahat yaşayabileceği yerler
Yahudilerin olduğu yerler. Çünkü yeme içme olsun, giyinme olsun, helal haram
olsun bizim gibi çok dikkat ediyorlar. Amerika’da helalliğine en çok
güvenebileceğin yiyecekler, Yahudi firmaları tarafından tescillenmiş olanlar.
Domuz eti yemiyorlar, alkol tüketmiyorlar, hatta yedikleri etlerin Allah adına
kesilmiş olması gerekiyor (Hani bizde Besmeleyle kesme olayı var ya, aslında
aynı şey. Zaten Besmele; Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla anlamına gelmiyor
mu.. )
Üstteki resim; Brooklyn Downtown’dan Manhatten manzarası.
Arka tarafında ise zengin kesimin yaşadığı binalar var.
|
En küçüğünden bir dairenin kirası ayda 1500 $ civarıymış |
İnsanlar buraya çocuklarını, köpeklerini gezdirmeye ya da
temiz hava alıp kitap okumaya geliyorlar. Turistlerin de manzarası için tercih
ettiği mekanlardan. Karşıda Manhatten’ın uzun binaları görünüyor ve yan tarafta
Brooklyn’i Manhatten’a bağlayan Brooklyn Bridge.
|
Çocukları toplayıp gezdirmeye çıkarmış bakıcılar. |
BROOKLYN EMMONS AVE
Bu cadde kıyı kenarında uzanıp üzerinde birçok cafe,
restoran bulunduruyor. Bir yandan çayınızı yudumlarken bir yandan mavinin derinliklerini
izlemek insana huzur veriyor. Biz New York’ta kaldığımız günlerin birçoğunda
buraya gelip sabah kahvaltımızı yapıp güne başladık..
MASAL KAFE
Sabah kahvaltılarımızı Türk Usulü yaptığımız Emmons
Avenue’deki kafe burası. Türk kafesi olduğu için damak tadımıza uygun şeyler
bulabilmemizin yanı sıra güzel ortamıyla da günlerimize güzel başlamamızı
sağladı.
DUNKİN DONUTS
İsmini duymuşsunuzdur mutlaka bu fast food zincirinin. En
basitinden, Kore dizilerinin sonunda sponsorlar arasında görüyoruz : ) Bunu Brooklyn bölgesinin altında yazmama
bakmayın her köşe başında bulunan Amerika’da en çok göreceğiniz yiyecek
markası. 24 saat açık olması ve insanlara koşuşturmanın içinde hızlı bir
şekilde karınlarını doyurma fırsatı vermesiyle iyi iş yapıyor. Biz de Masal
Kafe’de veya babamın arkadaşlarından birinin evinde yapmadığımız
kahvaltılarımızı genelde burada yaparak güne başladık. Bir bardak soğuk kahve
ve ağzının tadına göre bir donut ya da bagel ile. Amerikan tarzı kahvaltı.
MANHATTEN
İşte asıl New York City dedikleri yer. O resimlerde,
filmlerde gördüğümüz uzun uzun binalar filan hep burada. Burada daha çok iş
yerleri, üniversiteler, müzeler ve turistik simgeler yer alıyor. ABD’nin en çok
iş merkezini barındıran bölgesiymiş. New York’un önemli yerleri olan Empire
State, Times Square, Central Park, Bryant Park, New York Halk Kütüphanesi, 42.
Cadde, saldırıdan önce ikiz kuleler; şimdi onun yerine yapılan anıt filan hep
burada. Ayrıca Amerika’nın doğu yakasında sokakta yürürken bir ünlüyle karşılaşma
ihtimalinizin en fazla olduğu yerdir. Arabayla girilebilecek yerler sınırlıdır ve
trafik çok fena olduğu için bölgeye daha çok toplu taşıma araçlarıyla ulaşılmaktadır.
Metro ağı 100 yıl önce yapılmış olmasına rağmen oldukça kapsamlıdır. Bir asır
önce yapıldığını düşünürsek fazlasıyla döküntü olması bir sorun teşkil
etmeyecek, hatta hala çalışıyor olmasına şaşırıp kalacağızdır. Ve tabii
Türkiyeye dönünce Ankara metrosu gözümüze son model görünecektir. : )
TİMES SQUARE
Manhatten’ın ünlü meydanıdır. Neon ışıklı reklamları, dev
ekran panoları ve kırmızı merdivenleriyle bilinen meydandır. Meydanda zaman
zaman eylemler, yürüyüşler, sokak gösterileri yapılır. Etrafa yayılmış sandalye
– masalarda oturup ihtişamlı binalara ve panolara bakarak ya da insanları
izleyerek vakit öldürebileceğiniz yerdir.
Times Square’de yapabileceğiniz bir başka şey ise birkaç
saniyeliğine ünlü olmaktır. Nasıl mı? Times Square’nin en büyük panolarından
birine sahip olan American Eagle markası sayesinde. Meydandaki American Eagle
Mağazasına gidip bir şey alın. Fişinizi alt kattaki görevliye gösterip panoya
çıkmak istediğinizi söyleyin. Fotoğrafınızı çektirip isminizi verin. Birkaç
dakika içerisinde dışarıdaki American Eagle Panosunda ’15 seconds fame’ etiketi
ile isminizle resminiz çıksın ve tüm Times Meydanı’nın gördüğü bir ünlü olun!
Üstelik gün bitimine kadar resminiz belirli aralıklarla yeniden gösterilsin : )
Hahah böyle yazınca bir reklam paragrafı gibi oldu : ) Ama
gerçekten tavsiye ettiğim bir şey. Başka nerede böyle bir fırsat bulabilirsiniz
ki?
|
işte bu kocaman ekran |
BRYANT PARK
Manhatten’ın uzun uzun binalarının arasından çıkıvermiş bir
park. Yıl içinde etraftaki iş yerlerinden yemek veya dinlenme molası verenlerle;
özellikle öğle saatlerinde oldukça dolu oluyormuş. Yaz döneminde ise sıcaktan
bunalmış insanların bir ağacın altında esintiye karşı oturup serinleyebileceği,
bacaklarını uzatıp kitabını okuyabileceği bir dinlenme yeri. Akşamları
ortasındaki alanda açık hava sineması kuruluyormuş. Bize nasip olmadı izlemek
ama müthiş bir atmosfer olduğuna bahse girerim.
NEW YORK HALK KÜTÜPHANESİ
Mimari yapısıyla dikkat çeken bu kütüphane Bryant Park’ın
hemen yanında yer alıyor. Hatta Bryant Park’ı Kütüphane’nin bahçesi diye
betimleyenler varmış. Ama size bir şey söyleyeyim mi ben şu aşağıdaki 3-5
kitaptan başka kitap görmedim. Kütüphane değil müze misali.
Kütüphaneye giriş ücretsiz. Girince ilk olarak giriş
katındaki yine ücretsiz olan sergiler dikkati çekiyor. Tam girişin karşısındaki
büyük salonda ve sol taraftaki daha küçükçe odada. Sergiler dönem dönem
değişiyor. Bizim gittiğimiz dönem bir sergi Fotoğrafçılıkla diğeri Amerika
Birleşik Devletleri ordusuyla alakalıydı. Sergileri gezdikten sonra girişin sağ
tarafındaki büyük mermer merdivenlerden üst kata çıktık. Orada ortada, yukarıda
resmini koyduğum birkaç raf kitap vardı. Yine üst katta duvarlarında tablolar
olan büyükçe bir çalışma salonu vardı. Hani bizde genelde ÖSS öğrencilerinin
ders çalışmak için işgal ettiği kütüphane bölümü. Burada da varmış. Ama salona
girip çıkan onca turist varken nasıl önlerindeki şeye odaklanabiliyorlar
anlamadım doğrusu.
Kütüphanenin iç mimarisi de dışı kadar ilgi çekiciydi.
Koridorlardaki heykeller, duvarlardaki dev boy resimler turistlerin fotoğraf
makineleri için şenlikli görüntüler oluşturuyordu.
|
Sizce de bu mermer yapı hamamdan çekilmiş bir görüntü gibi değil mi ya :P |
CENTRAL PARK
Central Park, bu resimde gördüğümüz o ortadaki yeşil uçsuz
bucaksız alan. Bende yukarıdan çekilmiş resmi olmadığı için resmi netten bulup
koydum.
Biz vaktimiz kısıtlı olduğu için içerilere kadar gidip
çimlere yayılamadık. Şimdi düşününce neden Central Parka daha çok vakit
ayırmadık diye hayıflanmıyor değilim.
Kısa Central Park gezimizi parkın girişindeki at arabalarından
birini kiralayarak yaptık. At arabası dışında önde oturan bir sürücünün sürdüğü
bisikletli faytonumsu şeyler (?) ve direk kendin sürebileceğin bisiklet
kiralama yerleri de var.
STATEN ISLAND
Yine New York’ta bulunan 5 bölgeden bir diğeri. New Jersey’e
doğru giderken yolda burayı da görmüş olalım diye durup kenarından denize (ya
da okyanus veya nehire?) ve lüks villalarına baktığımız yer. Sokaklar New
York’un diğer bölgelerinin aksine sakin. Bizi gezdiren amcanın söylediğine göre
Dr. Öz’ün burada bir villası varmış.
This is the end of Angel’s New York Adventure :)
Diğer eyaletleri bir sonraki yazımda yazacağım.
Sizin de New York hakkında eklemek istedikleriniz, bana
katıldığınız ya da katılmadığınız görüşleriniz varsa yorumlara beklerim :)